Fromm'dan Alıntılar - Part 1

 

Fromm’un beğendiğim pasajlardan birkaçını aşağıya tarihe geçmesi adına not ediyorum. Belki birileri bir gün okur da içlerinde bir yerde bir şeyler uyanır.Kaynaklarım, Say Yayınları’ndan çıkmış Eric...

Fromm’un beğendiğim pasajlardan birkaçını aşağıya tarihe geçmesi adına not ediyorum. Belki birileri bir gün okur da içlerinde bir yerde bir şeyler uyanır.

Kaynaklarım, Say Yayınları’ndan çıkmış Erich Fromm serisi. Akıcı ve kaliteli çeviriler. Tavsiye olunur.

Kolektif Narsisizm

Kolektif narsisizm, yoksul insanın narsisizmidir. Zengin ve güçlü insanın parasıyla, gücüyle, ona güç duygusunu veren bu gerçeklik unsurlarıyla narsisizmini besleyecek yeterli gerçeği vardır. Yoksul insanın –sadece yoksulları değil ortalama insanları da kastediyorum– nesi var? Bir yerde çalışır, söyleyecek bir şeyi yoktur, rakiplerinden korkar, tüm hayatı çetin bir mücadeleyle geçer; böyle kimi etkileyebilir ki? Belki küçük oğlunu ve köpeğini ama oğlu da büyür, karısı da kendine bakmayı öğrenmiştir. Ama kolektif narsisizmi paylaştığında, bu ulusun bir üyesi olduğunu hissedebildiğinde ben en büyüğüm, diğer herkesten daha harikayım diye düşünür. Böylece bu narsist deneyime dalar ama bu, grubu kapsadığı için bu grubun tüm üyeleri arasında fikir birliği vardır. Aslında bu, sıra dışı niteliklerine olan inançlarını müştereken dile getirdiklerinde o insanları birleştirip güçlendirir. Buna milliyetçilik diyorlar, bütün savaşların altında bu var.

Kolektif narsisizmin büyük bir miktarı, ailevi narsisizmde bulunabilir. Ailelerin gizli bir narsisizmi vardır. Annenin, biraz daha yüksek bir hayat seviyesinden, toplumsal merdivenin bir üst basamağından geldiği aileleri düşünün, anne daima kendi ailesinin kocasınunkinden daha iyi olduğunu düşünecektir veya durum tam tersi olabilir, çocuk baştan beri Cohenlerin veya Smithlerin ne kadar fevkalade olduğunu, öbür tarafın ise o kadar harika olmadığını duyarak büyür. O zaman onların sınıfı budur çünkü aile bunu, aynı zamanda büyük ölçüde bir sınıf narsisizmiyle birlikte taşır. Aynı geçmişi paylaşan insanların birbirlerini daha iyi anladıkları bahanesiyle farklı sınıftan biriyle öylece evlenmezsiniz. Ama öyle olmadığı kanıtlanmıştır çünkü aynı geçmiş, girişim eksikliği, zevk eksikliği oluşturur ve onlara iki misli mutsuzluk getirir.

Çarpıklık ve Kendini Dönüştürebilmek

…çürük büyümüştür; bu şekilde büyümüştür çünkü güneş alabilmesinin tek yolu budur. Bir adamı bu ağaca benzetirseniz bu ağacın kötü ve sakat bir adam olduğunu söyleyebilirsiniz çünkü tamamen çarpıktır. İmkânlarına göre olması gerektiği gibi değildir. Peki, neden böyle? Çünkü ışığı alabilmesinin tek yolu buydu. Söylemek istediğim şey bu. Herkes güneş almak ister, hayatta yükselmek ister. Fakat şartları olumlu yoldan buna ulaşamayacağı şekildeyse çarpık bir yola girecektir. “Çarpık” kelimesiyle burada sembolik olarak, hastalıklı bir yoldan, bozuk bir yoldan ilerlediğini kastediyorum ama o, yaşamına bir çözüm bulmak için elinden geleni yapan bir insan. Bu hiç unutulmamalı.

Eğer birinde yukarıdaki gibi bir rahatsızlık görürseniz bu kişinin o şekilde gelişmiş ve hâlâ yaşamına bir çözüm aramakta olduğunu unutmayın. Bulmaya can atar. Ancak onun için bu arayışı aşırı zorlaştıran ve hatta izlediği yolu değiştirmesini sağlayacak bir yardım girişiminden çok korktuğu için direnmesini sağlayan birçok koşul vardır.

İnsanın kendini değiştirmesi ve gerçek bir karakter dönüşümü denebilecek şeye ulaşması aşırı zor bir iş. Aslında bu, bütün dinlerin ve çoğu felsefenin amacı olmuştur. Bu, kesinlikle Yunan felsefesinin ve bazı çağdaş felsefelerin amacıydı; Budizm’den, Hristiyanlık ya da Yahudilikten veya Spinoza’dan, Aristoteles’ten bahsediyor olmanız fark etmez. Hepsi de, insanın daha iyi, daha yüksek, daha sağlıklı, daha mutlu ve daha etkin bir yaşam tarzına dönüşmek amacıyla kendine talimatlar vermesini sağlamak için ne yapılabileceğini bulmaya çalıştılar

Sorulması Gereken Soru “Neden Böyleyim” Değil, “Ben Kimim?”

Birçok kişi evlendikten sonra, annelerinden eşlerine gider, bu bir ikame olur ya da başka bir anne figürü veya otorite figürü seçerler. Bu bağlılıklarda insanlar bağımlı hissedecekleri bir figür ihtiyacını karşılarlar, politikanın yürümesini sağlayan budur. Tek yapmadıkları, kendilerini bağımsızlaştırmaktır; sadece bağımlılıklarını değiştirirler. Bu büyük bir sorun, sadece Freudcu terapide değil tüm analitik terapilerde bulunan bir sorundur.

İnsanları oldukları duruma getiren şartlandırıcı faktörlere verilen bu tür bir önem, giderek gerçekten önemli soruların göz ardı edilmesine yol açıyor. Bu sorular: İnsanlar kurtulmak için ne yapabilirlerdi? Nasıl farklı davranabilirlerdi? Herkesin sahip olduğu özgürlük alanını nasıl kullanabilirlerdi? Ve elbette, can alıcı soru: Şimdi ne yapabilirler? Bu sorunun yaşı yok. Yaşlı hastalarımdan biri, analiz sonucunda bütün hayatını değiştiren yetmiş yaşında bir kadındı. Fakat çok hayat doluydu, çoğu insanın yirmi yaşındayken hissettiğinden daha hayat doluydu.

Freud’un insanda en azından bünyesel faktörlerin rol oynadığını düşündüğü bir kavramı vardı. Günümüzde, çoğu psikanaliz, salt şartlandırma terapisine dönüştürüldü; teoride değil gerçekte ve ilgili kişinin sorumluluğunun üzerinde hiç durmadan. “Neden böyleyim?” yerine “Ben kimim?” olması gerekirken “Ben neden böyleyim?” sorusu, çoğu psikoterapinin temel formülü. Bence insan kendinin röntgenini çekmeli çünkü neden öyle olduğunuzu bilmek, size asla kim olduğunuzu öğretmez.